--Birbirimizin ardından hayır duada bulunmanın ne kadar makbul olduğunu hepimiz biliriz. O nedenle eşimizden dostumuzdan dini yönü daha kuvvetli bildiklerimizden, hele hac yada umre ziyareti için Kabe' ye gidenlerden
dua ister, biz de başkaları için dua ederiz. Bu manada manevi bir haz ve rahatlık hisseder huzurlu ve mutlu oluruz. Bildiğiniz üzere nazara hepimiz inanırız. Çünkü sebeb yok iken rahatsızlandığımızı düşünmeye başladığımız ilk andan itibaren aile büyüklerimizden nazarduası okumasını isteriz.
Çocuklarımızın huysuzlandığı anda ilk yaptığımız nazar duası yada bildiğimiz bir duayı okumak değilmidir ?
--Şimdi sizlerle, Kendimiz dışındaki insanlar için, sıkıntılı durumlarının ortaya çıkmasında bize düşen pay adına istiğfarda bulunmanın önemini vurgulayan çok ilginç ve etkileyici kısa fakat gerçek bir öyküyü paylaşmak istiyorum.....
--Bir tedavi (terapi) merkezinde tedavi gören bir grup hastanın tedavisi ile ilgili terapistlerden biri, her biri ciddi sorunlar yaşayan ve bahsi geçen merkezde gözlem altında tutulan kendi hastalarına öylesi bir metotla yaklaşıyormuş ki bir süre sonra diğer hastalardan farklı olarak hızlı bir iyileşme gözleniyormuş.
Sorulduğunda ise terapist;
--Ben hastalarımın tedavisinde sizlerden farklı olarak, Onların yaşadığı problemlerin temelinde hepimizin payının olduğunu düşünüp her gün bir manada bizi yaradan Allah' a dua ediyor, bu maneviyatımı da hastalarımla paylaşıyorum. Bu sayede önce kendi sorumluluğumla yüzleşiyor ve yüce yaratıcıdan hem kendi affımı hem de hastalrımın affını istiyordum demiş.
--Kendi hata ve günahlarımızın affı için Rabbimizden bağışlanma niyazında bulunmak, inanan her mü'minin hayatının bir parçasıdır. Gelgelelim etrafımızda dönüp duran ve bir ucu yaptıklarımız veya yapmadıklarımızla bize dayanan onca şey için istiğfarda bulunmayı çoğu zaman düşünmüyoruz. Ne zaman duaya ve tevbeye yöneliyoruz? Sıkıntıya düştüğümüzde, korktuğumuzda, ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığımızda. Bu maneviyatımızı maalesef hayatımızın her karesinde sürdüremiyoruz. Manevi yönümüz takvamız sağlam ve güçlü olduğunda bizde güçlü ve sağlam olacağız. Fakat dedimya sadece zor anlarda yaradana kalpten değil maddeten yöneliyoruz. Kısaca kendimizi kandırıyoruz.
-- Ahlaki gidişatından ve geleceğinden endişe duyduğumuz çocuğumuz için, fakir fukara için, kendimiz de dahil başını alıp gitmekte olan sapkınlıklar için en önemlisi memleketimiz için ve daha aklımıza gelebilecek her türden problemin çözümü noktasında, kendi sorumluluğumuz ile yüzleşmek ve affımız için derinden yalvarmak böylesi bir istiğfar anlayışı içinde olmak, kendi dışında yaşanmakta olan hayatın etkili ve aktif bir parçası olduğunu sorumluluk yüklendiğini hatırlatır bize.
-- Masanın hemen kıyısına koyduğumuz bardağa geçerken çarpan çocuğumuzu azarlarken, kırılan bardağı aratmayacak şekilde yüreğini paramparça ederken, neden düşünmeyiz kendi ihmalimizi?
--Televizyonun pençesinden kurtarmayı beceremediğimiz, aslında tehlikenin çok da farkında olmayan evlatlarımızın müsrifçe harcadığı hayatlarını izlerken, öncelikle pişmanlık dolu yüreklerimizi ve istiğfar yüklü avuçlarımızı yaradan Allah' a açmak ve aflarını istememiz gerekmezmi?
--Çok yakınımızda veya uzağımızda olsun, ailemizde veya memleketimizde veyahut evrende herhangi bir yerde olsun, haksızlığa uğrayan, zulüm gören, açlıktan ölen milyonlarca insanla helalleşmeye ve en başta da dolaylı veya dolaysız olarak, bilerek veya bilmeyerek sebep olduğumuz her bir acı için istiğfar ve dua etmeye
inanan olarak sorumlu olmamız gerekmezmi?
Unutmayalımki;
--Akıntıya bıraktığımızda hayat, farkındalığımızı da alıp götürmektedir. Pişmanlıklarımız ve keşkelerimiz başkaları tarafından bilinmez ama bu ezilmişliğin altında da sadece duyduğumuz çığlıklar kalır. Öyle bir sızı girer ki yüreğimize, acısı senelerce geçmez. Yaşanan en ufak sorunda acı en ücra köşesinden çıkıp dikilir karşımıza.
Başımız öne eğilir. Yaşadığımız her yanlışta "keşke o zaman şunu şöyle yapsaydım" deriz de, fakat ne geriye dönebilir, ne de geçmişten bu güne gelebiliriz.
--Ne kadar nasihat edilsede nafile, çünkü pişmanlıklarımız doğruların hep iki adım önündedir ve artık geriye dönüp bakmanın anlamı kalmamıştır. Çünkü geçmiş içinde bir hasret olarak çıkıverir karşımıza.
--İşte bu anlarda bize lazım olan ise dua ve tevbe dir. Evet dostlar yaradan Allah' a yönelmek onun sevgisine ve merhametine sığınmak af dilemek, dua etmek. Aldığımız her nefeste yaşantımızın her karesinde maneviyata ve mevlaya yönelmek. Fakat asla dünyevi işleri terk etmeden. Yani hem dünya hayatı hem ebedi hayat için manevi yönümüzü üstte tutmalıyız.
--Ancak dua ve istiğfar sayesinde, mü'mince bir duruş kazanmak ve akıntıya direnmek mümkündür. Tabi bu benim düşüncem. Çünkü dua, halin itirafı, özlenenin hasreti, doğru davranışın teminatıdır...
-- Kurtuluş savaşında ve Çanakkale' de bize zaferi getiren milyonlarca müminin duası ve mevlaya yönelmenin sonucu oluşan yüksek maneviyat değilmiydi?
Saygılarımla.........
Eyüp ÖZTÜRK