EKONOMİK ZAYIFLIĞIN HALK ÜZERİNDE ETKİLERİ
DENİZ KUVVETİNDEN YOKSUN bir kara kuvveti olarak YARIMADAMIZI, kara
kuvvetlerini getirebilecek olan bir deniz kuvvetine karşı asla
SAVUNAMAYIZ!..
EKONOMİ'nin gelişmesinde en başta gerekli olan YOLLAR, DEMİRYOLLARI,
LİMANLAR, KARA ve DENİZ ULAŞIM VASITALARI MİLLİ VARLIĞIN maddi ve siyasi KAN
DAMARLARIDIR!
İftihar ve güç vesileleridir.
Eğer ATATÜRK'ün o gün HAVACILIK diye bilinen, sonradan UZAYIN FETHİ haline
gelen sahadaki siyaseti aksamadan yürütülseydi, Kayseri Uçak Fabrikası'nın
devamı getirilebilseydi; bizler bugün uydumuzu uzaya yerleştirsin diye
Fransızlar'a yalvarmak durumunda kalmazdık.
Irak'ın havadan işgalini görünce dehşete kapılmazdık.
Modası geçmiş F-16'ların kaportasını üretince, çocuklar gibi sevinip komik
duruma düşmezdik.
Gerçek şudur ki, ULUSLARARASI DENİZLER'e açılamayan, FEZA'ya roket
gönderemeyen, NÜKLEER enerjiye sahip olmayan devletlere, artık DÜNYA
ARENASI'nda yer yoktur.
Onlar ne kadar ARSLAN tabiatlı olsalar da, TEKNİK DONANIMLI GLADYATÖRLER'e
av olmaya mahkumdurlar!..
Eğer özetler isek, ATATÜRK'ün SİYASETİ EMPERYALİZM'LE SAVAŞ alanında
silahla, EKONOMİK alanda da emekle mücadele etmeyi; ve TEK BAŞINA AYAKTA
DURACAK SEVİYE'ye gelmeyi, en son TEKNOLOJİ'yi ele geçirmeyi hedefler.
Bu hedefe nasıl ulaşılır?..
Bunun tespiti çok basittir.
Yabancılardan hiç bir destek görmediğimiz, hiç bir şekilde ithalat
yapamadığımız farzedilerek; bütün TEMEL ve ACİL İHTİYAÇLARIMIZI ÜLKE
DAHİLİNDE KARŞILAYACAK HER TÜRLÜ KÜÇÜK VE BÜYÜK SANAYİ PLANLANMALI ve
KURULMALIDIR.
Şöyle ki:
Her türlü TEMEL GIDA'nın yetiştirilmesi, üretilmesi, tarımın buna göre
yapılması, sulama tesislerinin buna göre planlanması...
NÜKLEER enerji de dahil olmak üzere ENERJİ ihtiyacının karşılanması...
En fakirin dahi alabileceği şekilde GİYİM malzemelerinin üretilmesi...
MESKEN politikasının en fakirlere dahi barınma imkanı sağlayacak şekilde
yürütülmesi...
Ordumuzun NÜKLEER silah da dahil, her türlü SİLAH ve TECHİZAT'ının yurt
içinde sağlanabilmesi...
En fakir ve en ağır hastaların dahi ulaşabileceği İLAÇ ve TIBBİ CİHAZLAR'ın
ülke içinde patente bağlı olmadan üretilmesi...
DENİZ, HAVA ve KARA ulaşımı için gerekli VASITALAR ile bunların YEDEK
PARÇALARI'nın ve YAKITI'nın ülke içinde üretilmesi...
Her türlü HABERLEŞME ve YAYIN vasıtalarının, uydu yerleştirme tesisleri
dahil, yurt içinde üretilmesi,...
Bütün bu ihtiyaç ve üretim için gerekli HAM MADDE KAYNAKLARI'nın yurt içinde
olanlarının en iyi şekilde işletilmesi, yurt dışından getirilenlere de
ALTERNATİFLER yaratılması...
Bu SİYASET'e dahildir.
Bazıları diyebilir ki;
"Her şeyi kendin yapmak pahalıya mal olur, rantabl değildir."
Peki, ambargolar bize daha pahalıya malolmadı mı?..
Bir tek IRAK-ABD savaşındaki kaybımız 75 milyar dolar!..
Her yıl ABD'den yalvar yakar aldığımız kredi ise sadece 300 milyon!..
Bir başkası diyebilir ki;
""Sadece ülke ihtiyacı için koca uçak fabrikası kurulur mu?..
Dışarıya satamayız, atıl kapasiteyle çalışmak zorunda kalır""...
Yahu şu Rolce Royce otomobilleri bile el ile üretildiği için makbul değil
mi?..
Gereken nadir araçları fabrikada değil, elle üretiriz.
Yine de dışarıya bağımlı olmaktan daha makbuldür.
Ayrıca TİCARET, ve EKONOMİK İŞBİRLİĞİ anlaşmaların bizim gibi ZENGİNLERİN
HEDEFİ ülkelerle ve BATI SÖMÜRÜ DÜZENİ'ne karşı yapılması; ATATÜRKÇÜ
anlayışa daha uygundur.
TÜRKİYE kendi ürettiğini BATI'nın aracılığı olmadan ASYA, AFRİKA ve GÜNEY
AMERİKA'da satabilmeli...
Orada üretilen malları da yine BATI komisyonculuğu, nakliyeciliğine ihtiyaç
duymadan alıp ülkeye getirebilmelidir.
Biz bu satırları yazarken gavur Pierre Cardin firması Aydınlı Hazır Giyim'in
lisansla ürettiği malları ihraç etmesini önlediğini öğrendik. (Bak Hürriyet,
16.6.1996)
Demek ki teşhisimiz doğru. Domuzdan post, gavurdan dost olmaz!
Öte yandan BATI KOMİSYONCU zihniyeti, üzerinde çok az durulan bir konudur.
EKONOMİ'nin "tabii" organlarındanmış gibi gösterilen TİCARET BORSALARI
aslında buğday, demir, kakao, fındık gibi mallara hiç ihtiyacı olmayan,
onları hiç kullanmayan, malı kağıt üstünde kapatıp başkasına devreden;
PARAZİTLER'in..!
SÜLÜKLER'in..!
Kan emici YARASALAR'ın..!
Hakim olduğu SÖMÜRÜ YUVALARI'dır!..
Hepsi mazlum ülkelerin, sade insanların aleyhine işler.
Ham madde ve yiyecek fiyatları bu borsalarda türlü dümenlerle sürekli
düşerken, BATI'nın ürettiği malların fiyatları sürekli artar.
Sonuç yoksul ülkeler için felakettir.
DÜNYA TİCARETİ'ne daha DÜRÜST bir sistem getirilinceye kadar BORSA
OYUNLARI'na gelinmemesi şarttır.
Daha geçenlerde "İngiltere'de bir BORSA memurunun 1 milyar dolarlık oyuna
kalkıştığı ve bir banka ile İngiltere kraliçesinin paralarının batmasına
sebep olduğu" haberi ile ortalık birbirine girmişti. (1995)
Bu sadece bir tanesidir.
ATATÜRK gerekli hizmetlerinin hepsinin DEVLET'in eliyle yapılmasını şart
koşmaz.
Ancak DEVLET bunların MUTLAKA gerçekleşmesinden sorumludur!..
Eğer yapan çıkmaz ise, 1930'larda olduğu gibi, KENDİ üstlenir, yapar...
Gerekirse, tesis ve yetkilerin bir kısmını YERLİ ÖZEL SEKTÖR'e devreder.
Ama mutlaka DENGELER sağlandıktan sonra!
DENGE'nin sağlanması demek, ÜRETİCİ'nin, TÜKETİCİ'nin, ALICI, NAKLİYECİ ve
SATICI'nın hem ezilmemesi, hem de başkasını ezmeyeceği bir düzenin kurulması
demektir.
ÖZEL SEKTÖR'e devredilmeyecek hizmetler MİLLİ SAVUNMA, MİLLİ EĞİTİM, SAĞLIK,
HUKUK, AĞIR SANAYİ ve DIŞ SİYASET'tir.
Bunlarda dahi ÖZEL SEKTÖR'den yararlanılır.
Mesela özel okul, özel hastane açılabilir; ama fakir kişilerin ne okuması ne
de sağlığı paragözlerin eline bırakılamaz!
ATATÜRK'ün EKONOMİDE DEVLETÇİLİK ilkesi, işte bunun için VAZGEÇİLMEZ'dir.
Ne "serbest piyasa ekonomisi"ne, ne de gavurların artniyetli ittifaklarının
taleplerine kurban edilemez.
*TÜRK DEVLETİ kendi yarasını saracak kadar kuvvetli olmak zorundadır.*
*Netice itibariyle TÜRK EKONOMİSİNDE YABANCILAR hiç bir zaman SÖZ SAHİBİ
OLAMAZLAR!..
ATATÜRK, bunun aksini ESARET ile denk görür!..*
HALK'ın ihtiyacı olan TOPRAK DÜZENİ, EĞİTİM, SAĞLIK, TARIM POLİTİKASI, YOL
ve ASAYİŞ meselelerini halledecek olan DEVLET'tir.
Ve bütün bunlar DEVLET'İN İKTİSADİYATI ile ilgilidir.
MİLLİ SİYASET gereğidir.
Ancak çok açık ifade ettiği gibi ATATÜRK'ün HALKÇILIK'tan kastettiği; hiç
bir AİLE, CEMAAT, ZÜMRE, ETNİK GRUP, MEZHEP, DERNEK veya OKUL ayırımı
yapmadan bütün MİLLET fertlerini BİR görmektir.
Bu prensip de yine en çok "Atatürkçülük" yaygarası yapanlar tarafından
çiğnenmiştir.
ATATÜRK'ten sonra iktidara gelen hiç bir parti HALK'a hizmet etmemiştir...
Sadece kendine oy verenleri kayırmıştır.
Ama HALK bir bütündür.Bu günkü siyasi yapı ise halkın devletle bütünleşmesinden uzaktır.
Bir kısmını kayırmakla kandırılamaz.
Onun içindir ki, 1960'dan bu yana HALK hiç bir partiyi tek başına ve peşpeşe
2 defa iktidara getirmemiştir!
Eeee, tek başına iki defa iktidara gelen siyasi partiler diyeceksiniz şimdi!
Muamma seçimlere bir bakın bakalım, HALK İRADESİ ile mi geldi! halkımı temsil etti?
ATATÜRK gerçek bir enkaz devralmıştı.Fakat bu enkaz günümüz siyasilerinin her iktidara geldiğinde enkaz devraldık kandırmacası değildi.
1519'da başlayan CELALİ İSYANLARI, 1527'deki ilk VİYANA HEZİMETİ OSMANLI
DEVLETİ'nin "muhteşem" diye yutturulmaya çalışılan Kanunsuz Süleyman
zamanında bozulmaya başladığının delilidir.
Görünür çöküntü 2. VİYANA BOZGUNU (1683) ile ortaya çıkmış, TANZİMAT(1839)
ile hızlanmış, MEŞRUTİYET(1908) ile DEVLET'in köhnemiş kamyonunun freni
patlamıştır.
1450-1922 arasında ortalama her iki yıl barışa karşılık, üç yıl savaş
düşmektedir!..
Bütün bu olaylar sonunda 1699'daki 20 milyon km. kareye hükmü geçen, 10
milyon km. kare net toprağı olan OSMANLI DEVLETİ küçüldü.
Ancak 1908'de bile 4.5 milyon km. kareye ve 40 milyon nüfusa sahipti. Ama
ondan sonraki 10 yıl "hürriyet, adalet, müsavat, meşrutiyet" teraneleri
felaket getirdi. 0.78 milyon km. kareye ve 13 milyona düştük.
Üstelik bütün meslekler azınlıklar, bütün imtiyazlar da yabancıların elinde
idi.
TÜRKLER ancak askerdi, ölmesini bilirdi. Onlar ölür azalır, kalanı
fakirleşir; azınlıklar ticaret yapar zenginleşir, ürer çoğalırdı.
O kadar elimiz kolumuz bağlı ve azınlıklara tabi idik ki, savaş sırasında
Dışişleri Bakanı'nın Ermeni olması bir yana; Büyük Taarruz'dan önce 100
Fransız kamyonu elde edilmiş, ancak yirmisine şoför bulunabilmişti!..
Yedek parça deseniz, hiç yoktu.
İşte bu şartlar altında ATATÜRK'ün HALK derken, MİLLET'in %80'ini teşkil
eden KÖYLÜ'yü düşünmemesi mümkün değildi.
Ama onun bu tavrı, şimdiki politikacıların oy kaygısı ile seçimden seçime
köylüye yalvarması şeklinde değildi.
ATATÜRK, köylüyü çiftçi olarak koruduğu gibi, sanayii de onun ayağına
götürmüştür.
Böylece kısa zamanda köylüye hizmet ulaşmış, en önemli ihtiyacı olan gaz,
bez, tuz, yol ve iş ayağına ulaşmıştır.
1929 Bunalımı TÜRKİYE'yi BATI ülkeleri kadar etkilememiş, derhal strateji
değişikliği yapılmış, 1. Beş Yıllık Plan 1934'de uygulamaya konmuştur.
Sovyetler ise sadece bir yıl önce planlı devreye girmişti.
Bu plan hedefleri üç yılda gerçekleştiği için 2. Beş Yıllık Plan 1937'de
hazırlandı.
Sanayi faaliyeti 5 kolda yürütülüyordu: Dokuma, Maden, Selüloz, Seramik ve
Kimya...
1925 Yılında Sanayi ve Maadin bankası kurulmuştu...
1933'de Sümerbank kuruldu...
1935'de Etibank ve Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü...
1936'da Emlak Kredi Bankası...
1937'de Denizbank...
1938'de Devlet Zıraat İşletmeleri Kurumu kuruldu.
Ayrıca 16 fabrika inşa edildi.
Böylece pamuk, kendir, yün, demir, kömür bakır, kükürt, selüloz, kağıt,
karton, sun'i ipek, şişe, cam, porselen, süperfasfat, sudkostik, klor
ihtiyacı büyük ölçüde karşılandı.
Demiryolu, su, elektrik, telefon, rıhtım, madenler alanında 20 kadar yabancı
şirket millileştirildi.
Dikkat edilirse bütün bunlar HALK'ın en temel ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik faaliyetlerdir.Cumhuriyet döneminde halka yönelik tesislere bunlar sadece bir kaç örnektir.Üzülerek ifade etmemiz gerekirse,içinde bulunduğumuz yıllarda halka yönelik tesislerin tamamı elimizden kuş olup uçmuştur.Aslında satılan fabrikalar değil halk'dır.
HALKÇILIK bir anlamıyla da SADELİK, KANAATKARLIK, TEVAZU, ÖRF VE ADETLERE
BAĞLILIK demektir.
Hedefi KARNI TOK, SIRTI PEK, SAĞLIĞI YERİNDE, İYİ EĞİTİMLİ, GELECEĞİ GÜVENLİ
bir toplum meydana getirmektir.Gelmiş olduğumuz noktada halkımızın karnı tok sırtı pekmidir?Diye sormak lazım.
saygılarımla
((ALINTI))