İKİ FARENİN HİKÂYESİ
Bir zamanlar bir filmde duymuştum bu küçük hikâyeyi. Bir adam oğluna anlatıyor: iki fare bir süt kovasına düşmüş. Farelerden biri biraz çırpındıktan sonra pes etmiş. Kendini salmış sütün içine. Boğulup ölmüş farecik. Diğer fare çırpınmış, çırpınmış ölmemek için. Pes etmemiş. Çırpındıkça koyulaşmış süt. Ve bir süre sonrada kaymağa dönmüş. Fare de kurtulmuş kovadan. İlk duyduğumda da çok hoşuma gitmişti. Bu hikâye. Aklımda tutmuşum anlatırım yeri geldikçe. Düşündüm. Acaba pes etmeyen fare sütün kaymağa döneceğini biliyor muydu da bu kadar çaba sarf etti. Sanmam. Ama bana iki farklı ders verdi bu küçük farenin hikâyesi: birincisi güçlükler karşısında pes etmeksizin engelleri aşmak için çalışmak; ikincisi Allah çalışanın mükâfatını mutlaka verir. Ama erken ama geç.
Peki, bu hikâyeyi neden anlattım.
Çevreme şöyle bir bakıyorum da ne kadar çok mutsuz, umutsuz insan var. Umutlarını kesmişler yaşamın mucizelerinden, kendilerine olan güvenlerini kaybetmişler. Ufacık gayretlerin ardından umulmaz başarılar beklentisi sarmış düşünceleri, beyinleri. Hayal dünyalarında beyaz atlı prens olmuş kendi ormanlarında prenseslerini arayan, sonsuz mutluluğun ucundan tutma rüyası gören gözlerin uyanıvermesi uykudan ne kadar hazindir. Çok çalışmak yerine çok hayal kurmanın neticesi olsa gerek bu mutsuzluğun sebebi.
Bir dönem meşhurdu arabesk filmler. İnşaatta çalışırken türkü söyleyen gencin bir anda meşhur olması, şana şöhrete paraya kavuşması; etrafımızda küçük İboları, küçük Mahmutları bir anda çoğaltmıştı.
Her dönem de modaya uygun şöhret yolları, şöhretle gelen kısa yoldan zengin olma, köşeyi dönme yolları eksik olmadı hayatımızdan.
Son zamanlarda bu programlar gündemde yine var. Gerek insanımıza türlü hokkabazlıklar yaptıran insan onurunu kırıcı televizyon programları, gerek kültürümüzün övünülecek temel dinamiklerini dinamitleyen yarışma programları eksik değil hayatımızdan. Ama benim dikkatimi çeken ve beni gerçekten çok üzen başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum.
Şans oyunlarının artık ufacık çocukların bile oynuyor olması. Öğrencilerimin arasında hemen her gün rastladığım şans oyunlarının muhabbeti. Ellerinde farlı farklı şans oyun kuponları ders çalışıyormuşçasına gayet ciddi, işiyle samimi samimi ilgilenen çalışan biri edasıyla büyük beklentilerle renkli hayaller kuran ufacık çocuklar. Her maçtan haberdar, dünyanın neresinde bir karşılaşma var takip eden, sporcuların hayatlarını kendi babalarının hayatlarından daha iyi bilen, argo konuşmalı zeki ama tembel çocuklar. Kendinden umudu kesmiş, çalışmak yerine başkalarının başarılarından nemalanmayı başarı gören, hayattan beklentileri için sadece bekleyen ama gayret etmeyen çocuklar.
Ne kadar üzücü. Ne kadar hazin. Geleceğimize bakarken gözümüzü perdeleyen, nemlendiren ne acı bir tablodur.
Bir kitapta okumuştum. ' İki kişi bir işe yönelirse daha çalışkan olan bu işi kazanır. İkisi de çalışkansa daha kararlı olan kazanır. İkisinin de kararlı olması durumunda daha şanslı olan kazanır.' Yani emek olmadan şansın da olmayacağı gayet açık.
Olayın bir başka yönünün de maalesef başarının paraya, maddiyata endeksli olarak görülmesi. Ben, unutulmayan başarılı insanların sadece zenginlerden olduğunu sanmıyorum. Hayatı sıkıntılar içinde geçmiş nice sanatçının bilim adamının isimlerini ansiklopedilerde ders kitaplarında okuruz. Başarılı insanların hayatlarını biliriz. Örnek insanlar olarak tanırız. Kimi zamanda arkalarından dua ederiz. Ama dünyanın o kadar çok zengini vardır ki kimselerin aklında kalmamıştır. Sizin anlayacağınız para, maddiyat başarının tek anahtarı değil. Güzel yaşamanın da bataklıkta nilüfer olmanın da bombaların yağdığı mevsimde zeytin dalı olmanın da korkuların içinde ümit olmanın da karanlıkların içinde bir mum ışığı olmanın da başarı olduğu unutulmamalıdır.
YUNUS KOŞAR
Türk dili ve edebiyatı öğretmeni
www.yunuskosar.com